“Satranç tüccarların, Go ise filozofların oyunudur.” Shibumi / Trevanian

Hâlâ oynanan en eski strateji oyunu olan Go, bir oyun olmanın ötesinde pek çok anlamları da kendinde barındırır: yaşamla eşdeğer bir yaratım ve düzen, kişiliğin bir aynası, yoğun bir derin düşünme, soyut düşünme şeklinin pratiği veya iyi oynandığında siyah ve beyaz taşların uyum içindeki dansı…

Go, basit kuralları olan, öğrenmesi belki 10-15 dakika, ustalaşması ise bir ömür boyu süren bir oyundur. Go, sonsuza yakınsayan oynama olasılığıyla, günümüz süper bilgisayarların bile orta düzeyde bir Go ustası karşısında çaresiz kaldığı bir oyundur. Go oyununda, doğrusal (analitik, lineer, determinist) düşünce yerine, oynayış tarzı, kişilik, içgüdü ve tecrübe gibi doğrusal-olmayan (non-lineer, dinamik, kaotik) yöntemler yani insansı sezgi ön plana çıkar. “Birisiyle bir el Go oynamak, onunla bir yıl yaşamaya eşdeğerdir” der Koreliler. Karşınızdakinin karakterinin “saldırgan mı, ihtiyatlı mı, yoksa umursamaz mı?” olduğunu onunla oyun oynayarak kolaylıkla anlayabilirsiniz.

Go oyunu, birçok açıdan satranca benzetilir: bir tahta üzerinde siyah ve beyaz taşlarla oynanan bir strateji oyunu olması ve bir nevi bir savaşı andırmasından dolayı. Ancak iki oyun arasındaki farklılıklar daha barizdir. Go oyununda tahta boştur, oyuncular sıra ile taşları belli bir stratejiye göre tahtaya koyar, bu yönüyle satrançtan ayrılır. Satrançta her taşın belli bir değeri vardır: bir piyon ile vezir aynı değerde değildir, dolayısıyla vezir karşısında piyon feda edilebilir. Go’da ise her taşın değeri aynıdır. Satrançta olası değişik oyun sayısı 10120’dir. Go’da ise bu sayı 10761’dir. Bundan dolayı, satrançtakine benzer “Deep Blue” gibi, Go ustalarını yenebilecek bir yapay zekâ henüz programlanamamıştır. Satranç, daha çok bir savaşa benzer: rakibinizin taşlarını alarak onu savunmasız bırakmak ve neticesinde şahını esir almak esasına dayanır. Go oyunu ise bir savaşa benzemesinin yanında yaratıcı yönü daha ağır basar. Oyun başında boş olan tahta paylaşılır, üzerinde yaşayan gruplar oluşturulmaya çalışılır. Satranç, rekabete dayalı bir oyundur. Go’da ise rakibini ezmek anlayışından ziyade, temelinde hayati dersler veren bir uyum gizlidir. Her şeye sahip olmayı isteyen açgözlülük, sizi Go tahtasında fazla ileriye götüremez. Satrançta, aslında birbirinden farksız üç sonuç mümkündür: zafer, bozgun, hiçbiri. Go oyununda da kazanılır, kaybedilir, ama bir puanla kazanmak da Go’nun en büyük inceliklerinden biridir. Satrançta güçleri farklı olan iki oyuncu birlikte oynayamaz; oynarsa güçlü olan sıkılır. Go’da ise zayıf oyuncuya avantaj taşı verilerek seviye farkı dengelenebilir.

Bu ve bunun gibi özellikleri Go oyununu, mantık ve matematikten ziyade felsefi ilkelere dayanan, sanatsal yönü ağır basan bir oyun yapmaktadır. Uzakdoğu dövüş sanatlarında da olduğu gibi, uyum ve denge prensiplerine dayanan Go oyunu, felsefe, bilim ve sanatı bünyesinde dengeli bir biçimde harmanlamıştır.

Go’nun Tarihçesi:

Go’nun tarihi 4000 yıl öncesine dayanmaktadır. İlk olarak Çin’de ortaya çıkmıştır. Go, Çin’de Wei Qi olarak bilinir. Go’nun bulunuşu ile ilgili birkaç söylence vardır. İlkine göre, Çin İmparatoru Shun’un (MÖ 2255-2206) Go’yu pek de yetenekli olmayan oğlu Shang Kiun’un zekâsını geliştirmek ve disipline etmek için icat etmiştir. İkincisine göre Go, Shun’dan önce tahtta oturan ve yakla­şık yüz yıl egemenlik süren Yao tarafından icat edilmiştir. Üçüncüsüne göre, İmparator Keih Kwei’in (MÖ 1818-1767) egemenliği sırasında Wu adında bir bende bu oyunu efendisini eğlendirmek için icat etmiştir. Wu sözüm ona oyun kâğıtlarını da icat etmiş ki bundan dolayı, söylencenin doğruluğu konusundaki kuşkularımız artar. (Po Chu-I şöyle demiştir: “Hem Rastlantıya hem Yasaya ancak Tanrı egemen olabilir”)

Bazı kaynaklarda Tsin Hanedanı (MS 265-419) döneminde Go’nun savaşların galibini belirlemek için kullanıldığı yazılmıştır. Örneğin uzun süren savaşlardan yorgun düşen Sha An ile Sha Gen, aralarındaki mücadeleyi Go oynayarak bitirmişleridir.

Tang (MS 618-906) ve Sung Hanedanları (MS 960-1126) dönemlerinde ise ilk Go kitapları yazılmıştır. Bu dönemlerde Çin’de çok sayıda Go oyuncusu bulunuyordu ve Go, bu ülkedeki en görkemli dönemini yaşıyordu. O dönemlerde iyi Go oynayanlar “Kisei” ya da “Ki Shing” diye isimlendirilirmiş. “Ki” Go, “Sei” kutsal, yüce adam anlamına “Shing” ise büyücü anlamına gelir.

Go, Çin tarihinde önemli bir yer edinmiştir. Savaşların gidişatını, dolayısıyla ülkelerin kaderlerini belirlemiş, şairleri meşhur etmiş, insanlara kutsal-yüce gibi unvanlar kazandırmıştır. Bütün bunlar, Çinliler’in Go’ya sadece bir oyun olarak bakmadıklarının işaretleridir.

Go, Çin’den Japonya’ya MS 735 yılında, Japon elçi Kibi Daijin sayesinde gelmiştir. Go adını burada almıştır. Go, başlangıçta büyük bir ilgiyle karşılanmamış. Go, 200 yıl boyunca saray içinde oynanan bir oyun olmuş, saray dışında oynanması yasaklanmıştır. Ancak Otaku döneminde (MS 1084-1087) Dewa Prensi Kiowara no Mahma, tebaası ile Go oynamaya başlamış, bu sayede Go, halk tabakasında da oynanmaya başlamıştır. 13. Yüzyılın başlarında, Go’nun Samuray tabakasında yaygınlaştığını, samuraylar sayesinde Go’nun halk tabakasında da popüler hâle geldiğini görmekteyiz. 17. Yüzyılın başlarında, Honinbo Sansha Hoin, Nakamura Doseki, Yasui Santetsu gibi, daha önce görülmemiş ustalıkta Go oyuncuları ortaya çıkmıştır. Honinbo Sansha, ilk Go oyuncuları enstitüsünü kuran isim olmuştur. Bu okul, Hayashi, Inoue, ve Yasui gibi, kendi ekollerini yaratan ustalar yetiştirmiştir. Yasui Sanchi o dönemde “meijin” imiş. “Meijin” dünyanın en iyi Go oyuncusuna verilen unvanmış. Okulun en iyi öğrencileri her yıl Shogun’un önünde toplanıp Go oynarlarmış. Bu törene de “Go zen Go” (anlamı “Ağustos sükûnetinde Go oynamak”), ya da “O Shiro Go” (Shiro’nun anlamı ise “şerefli yer”dir) denilirmiş. Saraya davet edilen bu ustalara Samuraylara gösterilen hürmet gösterilirmiş.

Go’da oyuncu seviyelendirme sistemini Honinbo Sansha, akademisini kurma çalışmaları esnasında geliştirmiştir. Oyunda belli bir seviyeye ulaşanlar “sho-dan” (ilk derece) unvanını alırmış. Bir oyuncu yedinci seviyeye ulaştığında “jozu” (usta el) unvanı ile onurlandırılırmış. Sekizinci seviye ise “kanshu” (yarı yolda), dokuzuncu seviye ise “meishu” (aydınlanmış, parlak el) ya da “meijin” (ünlenmiş, tanınmış adam) olarak adlandırılırmış. Bu şekilde oyuncuların derecelendirilmesi Çin ya da Kore’de bilinmemekle beraber Ryukyu ve Loochoo adalarında uygulanmakta imiş. Japonlar bu derecelendirme sistemini kesin standart bir ölçü olarak sahiplenmişler. Bununla beraber, seviyeler zamandan zamana, yüzyılların verdiği tecrübe ile beraber sabit kalmamakta, gelişmektedir. Mesela, günümüzdeki yedinci seviye unvanına sahip oyuncular yüz ya da iki yüz sene önceki sekizinci ve hatta dokuzuncu seviye düzeyinde oldukları söylenebilir.

18. yüzyıl’da Go’da büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu zamanlarda oynanan oyunlardaki stratejiler, oyun açılışları günümüzde hâlâ örnek alınmaktadır. 1868 yılında ise Go Akademisi shogunluğun sona ermesi ile kapatılmıştır. Japonya’nın dışarıya açılması ile ülkede yabancılara olan hayranlık artmış, doğal ve sade bir yapısı olan Go’ya olan ilgi giderek azalmıştır.

Türkiye’de ise ilk Go Topluluğu ODTÜ’de, Go oyunu ile 1987 yılında tanışan Alpar Kılınç tarafından kurulmuştur. Alpar Kılınç, kurucu üyelerinden olduğu Türk-Japon Dostluk ve Dayanışma Derneği yoluyla, Go’yu üniversite dışında da yaymaya çalışmıştır. Bu çalışmalar sayesinde Kılınç, Türk Go oyuncularını Avrupa ve Uluslararası Go Federasyonlarına kabul ettirmiştir.

Go’nun Felsefi Yönü:

Eski Çin’de Taocular, Go’nun düalist bir yönü olduğunu fark etmişler ve onu Yin ve Yang felsefesi ile özdeşleştirmişlerdir. Yin, dişil unsurdur: O, Toprak Ana’dır, koruyandır, gölgedir, köktür, enerjidir. Yang ise eril unsurdur: Güneştir, etkileyen ve yayılandır, ışıktır, dal ve yapraktır, kuvvet ve harekettir. Siyah Yang taşlar ile beyaz Yin taşlar önsezi ve ilhamla birbiri ardına boş olan tahtaya dizilir ve bu sayede yaratım gerçekleştirilir. Taşlarla çevrelenen boşluklarda “gözler” oluşturulur. Bu boşluk kavramı bizi aynı zamanda Lao Tse’ye götürür. Taoculuğun üstadı Lao Tse, boşluk (hiçlik) kavramının önemini şöyle ifade eder:

“Otuz çubuk buluşur tekerin ortasında, ortadaki hiçliktedir arabanın yararı. Balçıktan çömlek oyarlar, içindeki hiçliktedir çömleğin yararı. Ev yapan kapı pencere açar duvara, oradaki hiçliktedir evin yararı. Demek varlık kazanç getirirse, hiçlik yarar getirir.”[1]

Konfüçyüsçülükte ise Go, öncelikle zaman kaybı olarak düşünülmüş ve ilgi gösterilmemiştir. Ancak daha sonra hatalarını anlamışlar ve en hevesli Go oyuncuları hâline gelmişlerdir. Go için “elin konuşması” diyorlarmış ve erdemli bir insanın bulundurması gereken beş önemli özellikten biri olarak Go oynamayı da sayıyorlarmış (müzik, şiir, güzel yazı yazma ve sanatın yanında).

Budistler de Go’ya kayıtsız kalamamıştır. Go’daki akışkanlığı, dengeyi, düzeni, yasayı fark etmişler, Go’yu evrenin aynası olarak kabul etmişlerdir. Onlara göre Go oynamak, cehaletin 27 maskesini yok etmek demekmiş.

Go, rahipler ve filozofların yanında, Japon imparatorları başta olmak üzere, yüksek rütbeli devlet adamları, savaşçılar tarafından da benimsenmiş, değer verilmiştir. Go’nun paha biçilmez bir beyin jimnastiği olduğunu fark etmişler; küçük evreni (mikro kozmos) kontrol eden, büyük evreni (makro kozmos) de kontrol edebilir anlayışına dayanarak Go’ya büyük önem vermişlerdir. Nitekim Japonya’nın, bazı savaşlarda Go stratejilerini kullandığı bilinmektedir.

Japon iş adamları, Go stratejilerinin iş dünyasına da uygulanabileceğini fark etmişler, iş dünyası ile Go oyununu özdeşleştirmişlerdir. Go’da nasıl ki bütün tahtaya tek başına hâkim olunamıyorsa, iş dünyasında da piyasaya tek başına hâkim olamayacaklarını fark etmişlerdir. Go, sadece saldırgan taktiklerle kazanabileceğiniz bir oyun değildir; saldırgan taktiklerle bir yerlerde bir şeyler kazanıyorsanız, başka bir yerde kaybediyorsunuz demektir..

Go, bir açıdan bakıldığında rekabete dayalı bir oyun gibi görünse de, temelinde rekabetten uzak, paylaşımcı, yapıcı bir anlayış vardır. Go oyununda, Makro kozmosta da olduğu gibi uyum ve denge prensipleri hâkimdir. Qing Hanedanı döneminde yaşamış ünlü Go oyuncusu Shi Dingan (1710-1770) “Go’da ağırbaşlılık ve zarafet, entrikalardan üstündür” demiştir. Zhang Yunqi ise, Go oyununda gelişmek için gerekli olan özellikleri şöyle sıralamıştır: “Bir askerin taktik gücü, bir matematikçinin kesinliği, bir sanatçının hayal gücü, bir filozofun dinginliği ve güçlü bir zekâ”. Bu özellikler arasında en önemlisinin dinginlik olduğunu vurgulamış, oyunun felsefi yönüne işaret etmiştir. İngiliz diplomat Herbert A. Giles (1845–1935) ise Go için “Sadece eğitimli insanlar Go oynayabilir. Çin’de bu zor oyunun bilgi düzeyi sıradan insanın üzerinde tutulur. Bu oyunun incelikleri tembel insanların ulaşamayacağı bir noktadadır. Go’nun zaferi kaba ve materyalistik biri karşısında o kadar kesindir ki… Go estetiği ve güzelliğiyle onların üzerinden yükselir” demiştir.[2]

 

Hatice Şirin Uyanık

Hadjimoukoff

Araştırmacı-Eğitmen-Yazar-Ressam-Şair-Bestekar-Sosyolog …

 

ARAŞTIRMA KAYNAKLAR

Altunoğlu, Serdar, “Go” Sorunsalı ve Kaotik Çözüm Arayışları, Bibliothec Dergisi Şubat/Mart/Nisan 2009, Yıl:2 Sayı:7, sf.58

Dardeniz, Mehmet, “Go’nun Tarihçesi”, Go Kurallar Kitabı, Büyük Mavi Yayıncılık, İstanbul, 2002, sf.7

Lao Tse, “Tao Te Ching”, Çev.Ömer Tulgan, Yol Yayınları, İstanbul, 1994

Pierre Lusson, George Perec, Jacques Roubaud, “İncelikli GO Sanatını Keşfetmeye Çağıran Küçük Kitap”, Çev. Kurtuluş Dinçer, İmge Kitabevi, 1998

DİPNOTLAR

[1] Lao Tse, “Tao Te Ching”, Çev.Ömer Tulgan, Yol Yayınları, İstanbul, 1994, sf.33