“Ben her güreşte arkamda Türk Milletinin olduğunu ve millet şerefini düşünürüm.” Kurtdereli Mehmet (Baykurt) Pehlivan:1864-1939

Orta Asya ve Daha Sonraki Zamanlarda Güreş

Batı Türklerindeki güreş kelimesi, Divan-ı Lügatit-Türk’te küreş şeklinde kullanılmıştır.

Kür-er: Yiğit, sarsılmaz, pek yürekli adam demektir.

Eş: Arkadaş demektir.

Kür-eşmek: Başkasıyla yarışmaktır. Güreş yapana güreşçi denilir. [1]

Diğer Türk ağızlarında güreş kelimesi:

Moğol: Gûra                           Çağatay: Küreşmek               

Çuvaş: Kûreş, güreş               Kazan: Kirte, kûreş, kûreşû, kûreşmek

Yakut: Kûres, “Kûres tardısa keldim”-Güreşmek için geldim. Kûretesen kör: Boy ölçüşmeyi gör. Şeklinde kullanılır. [2] 

Türklerin avcılık, okçuluk ve binicilikten sonra en çok yaptıkları spor güreştir. Göçebe bir hayat yaşayan Türkler her ne kadar yazılı belgeler bırakmamışlarsa da mısırlılar ve Asurlulardan sonra 3000lerde güreş yapmaya başlamışlardır. [3]

Eski Türk takviminde yılbaşı 21 Mart’ta kutlanan Nevruz, Yenigün, yeni bahadır.

Türkler bugünü bir bayram olarak kutlarlar ve çeşitli spor yarışmaları yanında güreşler yaparlardı. Bu gelenek günümüzde hala kutlanmaktadır. Bu yarışmalar kadınlar tarafından da seyredilmenin yanında bizzat katılarak yapılırdı. Bu bir gurur ve övün meselesiydi.

Yunanlılarda olimpiyatlara katılmak bir yana yarışmaları seyretmeleri bile yasaktı.[4] 

Güreş veya Orta Asya’da yaşamış ve yaşamakta olan çeşitli Türk boylarının deyimiyle “Küreş” orta Asya’da doğup tüm tarih çağlarında ve göçler sonunda çeşitli diyarlarda uygarlıklar kurmuş olan Türklerin belli başlı ve belki de en eski sporlardandı. Bu sebeple Türk’ün güreşe “Ata Sporu” adının verilmesi kadar doğru ve yerinde bir tanım olamaz.

Orta Asya’da hemen bütün Türk boylarında “Küreş”in bilindiği ve burada yaşayan Türklerin de güreş yaptıkları ile ilgili bilgiler ve belgeler vardır. Güreş Türk’e yüzyıllar boyu yalnız bir spor değil, aynı zamanda kutsal bir ibadet ve en büyük eğlence de olmuştur. Orta Asya’daki Türk boylarının pek çoğunda “Küreş” düğünlerin vazgeçilmez eğlencesidir. Tıpkı günümüz Anadolu’sunda olduğu gibi.

Ancak Orta Asya’da yalnız düğünlerde değil, bazı Türk boylarında cenaze törenlerinde de güreşler yapıldığı görülür. M.Ö. 13. Yüzyılda Mete gibi büyük bir hakan yetiştiren Hiyung-nu Türkleri bunların başında gelir. Hiyung-nuların cenaze törenlerinde üzüntüyü ve kaderi dağıtmak için büyük güreşler düzenledikleri bilinir. Yine bu Türk boyunda, ölünün sosyal durumuna göre bu çeşit spor faaliyetlerinin ve yarışmalarının da yapıldığı anlaşılmaktadır.

 

[1]Atıf Kahraman Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi c 1 sf 1 Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara 1989    

[2]Atıf Kahraman Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi c 1 sf 2 Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara 1989    

[3]Atıf Kahraman Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi c 1 sf1 Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara 1989    

[4]Atıf Kahraman Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi c 1 sf 3 Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara 1989    

Halife Altay, Kazak Türklerini inceleyen “Anayurttan Anadolu’ya” adlı eserinde:

“Küreş bütün düğünlerde veya ölün törenlerinde de yapılmaktadır. Bu itibarla her erkek iyi güreşmesini bilir. Bu sahada sivrilmiş ve yetenekli olana pehlivan (Balıvan) denilir. [1]

At yarışlarından sonra güreşin başlaması için “Uranlar” çağrılır. Bu sırada birisi atının bir pehlivanı atının terkisine alarak ve oldukça yüksek sesle bağırarak er meydanına bırakır. Başka birisi de aynı şekilde atının terkisine aldığı pehlivanı yine yüksek sesle bağırarak meydana bırakır. İki pehlivan hemen yükselen uranlar arasında güreşe başlarlar. Birkaç çift aynı anda güreşirler. Böylece 15-20 çift arka arkaya güreşi gerçekleştirirler. Ödüller ancak galip gelenlere verilir. Bu ödüller deve, at, öküz, koyun, elbiselik kumaş, tahta, çay vs olup bu ödülleri pehlivanların yerine elin belli başlı kişileri alırlar. [2]           

Öte yandan Orta Asya’da yaşayan en eski Türk boylarında vücut bakımından cılız ve pehlivanlıkta nasibi olmayanlara asla önem ve değer verilmediği bilinmektedir. Bu gibi kişilerin toplantılarda ve ordugâhlarda yer ve ilgi bulamadıkları da bir gerçekti. Bu sebeple her kişi, düzenli çalışmalarla vücudunu geliştirmek konusunda düzenli çalışmalar yapardı.

Nitekim eski tarihçiler de Türklerin iri gövdeli, geniş omuzlu, kalın boyunlu ve güçlü kollu kişiler olduğunu yazmaktadırlar. Ünlü ABD’li tarihçi Harold Lamb yazmış olduğu “Cengiz Han” adlı eserinde Türkler için “Bu ülkede ata binmeyen, güreş yapmayana kız vermezlerdi” der. Bu gerçekten de böyleydi.

Orta Asya’da Türk boylarında yalnız erkeklerin değil kadınlarında güreş yaptıkları bilinir. Bunun en canlı örneklerine “Dede Korkut” hikâyelerinde rastlanır. Azrail ile savaşa çağıran ve ona kafa tutan “Deli Dumrul’u anlatırken, Türk kadınlarının da güreşini de “Kam Püre’nin oğlu Bamsı Beyrek” te:                  

-“Çağırdılar Bamsı Beyrek geldi. Banı Çiçek yaşmaklandı, haber sordu, der: “Yiğit gelişin nereden? Beyrek:

-“İç Oğuzdan.”

-“ İç Oğuzda kimin nesisin?

-“Pay Beyrek Bamsı dedikleri benim. Kız der:  

-“Peki, ne yapmaya geldin yiğit? Beyrek:

-“Pat Piçen Bey’in bir kızı varmış onu görmeye geldim.” Kız:

-“O öyle insan değildir ki sana görülsün. Ama beni Banı Çiçek’in dadısıyım. Gel şimdi seninle ava çıkalım. Eğer senin atın benim atımı geçerse onun atını da geçersin. Beni yenersen onu da yenersin ve hem seninle güreşelim, beni yenersen onu da yenersin.” Beyrek:

-“Pek ala şimdi atlanalım.”

İkisi de atlandılar., meydana çıktılar. At teptiler. Beyrek’in atı kızın atını geçti. Ok attılar. Beyrek kızın okunu geride bıraktı. Kız:

-“Bre yiğit, atımı kimsenin geçtiği yok, okumu kimsenin geride bıraktığı yok, şimdi gel seninle güreş tutalım.” Beyrek hemen attan indi, kavuştular. İli pehlivan olup birbirlerine sarmaştılar. Beyrek kaldırıp kızı yere vurmak ister, kız kaldırır Beyrek’i yere vurmak ister. Beyrek bunaldı” der. Bu kıza yenilecek olursam, kudretli Oğuz içinde başıma kakınç, yüzüme dokunurlar” dedi. Gayrete geldi kavradı kızı, sarmaya aldı, göğsünden tuttu.
 

[1] Halife Altay Anayurttan Anadolu’ya sf 138 Kültür Bakanlığı Yayınları İstanbul 1981  

[2][2]Halife Altay Anayurttan Anadolu’ya sf 192 Kültür Bakanlığı Yayınları 1. Baskı Ankara 1981

 

(Devamı yarın...)