“Ben her güreşte arkamda Türk Milletinin olduğunu ve millet şerefini düşünürüm.” Kurtdereli Mehmet (Baykurt) Pehlivan:1864-1939
.........
Kız kocundu. Bu defa Beyrek kızın ince beline girdi, sarma taktı, arka üstü yere yattı. Kız.
-“Yiğit Pay Piçe’nin kızı Banı Çiçek benim” dedi. Beyrek üç öptü, bir dişledi;
-“Düğün kutlu olsun han kızı” diyerek parmağında altın yüzüğünü çıkardı, kızın parmağına taktı. [1]
Türkistan’da hacca gitmek çok kolay olmuyordu. Hele hac yolculuğu 6 ay sürdüğü için hacca gitmek isteyen adaylar yola çıkmadan önce büyük bir ziyafet verir, güreş, kökoğlak ve at yarışları düzenlerdi.
Bu yarışmalar sünnet düğünlerinde ve çocuk beş yaşına girdiği zamanlarda da yapılırdı. Bazen birkaç kişi bir araya gelerek düğün yaparlar ve bu yarışmaları düzenlelerdi. Baba oğluna “Olanın sünnet atını” hediye ederdi.[2]
Türklere spor gerek erkekler gerekse kadınlar tarafından yalnızca eğlence amacıyla değil, aynı zamanda tabiat ve çevre şartlarına vücudu dirençli kılmak ve savaşa hazırlamak amacıyla yapılırdı.
Kılıç kalkan, cirit okçuluk, at yarışları, lobuz, gürz, mızrak atmak ve güreş vs hem olası bir savaş halinde maddi manevi sahip olunanların korunabilmesi hem de sosyalleşme aracıydı.
Türklerde yapılan sporlar içinde güreş büyük bir önem taşımaktadır. Güreşin Türk kavramıyla bütünleşmesi uzun bir geçmişe dayanmakta ve Türklerin anavatanı olarak bilinen Orta Asya’ya kadar gitmektedir. Orta Asya Karakurum, Altay ve Tanrı Dağları çevresinde ve bu dağların eteklerinde başlayan o günden bu güne kadar gelen tarih şeridinin he döneminde saraydan kışlalara, yerleşik yaşayanlardan göçenlere ve çobanlara kadar Türk Milletinin her ferdi güreş sporunu yarışma, eğlence, gösteri ve sosyal statü göstergesi olarak benimsemiş ve uygulaya gelmiştir.[3]
Orta Asya’dan başlayan büyük göçlerden sonra Türklerin Ön Asya’da Mezopotamya vadilerinin aşağı bölümüne yerleşen ve tarihe Sümerler adı ile geçen kolunda da spor ve güreşin çok büyük önem ve değer taşıdığı görülür. Nitekim Sümerlerin ünlü “Gılgamış Destanı’nda da başta güreş olmak üzere çeşitli spor yarışmaları ile ilgili bilgiler vardır.
Türkler, Totemizm anlayışının bir gereği olarak hür ve serbest eğitimle tabiata ve kuvvete değer vermiş bir toplumdur. Bu yüzden Türk’ün gözünde güreş başka bir anlam ve değer ifade etmiştir.
Koryakların tahtadan yaptıkları süs eşyalarının üzerini pehlivan figürleriyle süsledikleri ele geçen eserlerden anlaşılmaktadır. Günümüzde Karakucak Güreşleri’nde giyilen pırpıtların, İskit Türklerine ait kemikten yapılma bir avadanlık üzerine işlendiği görülmüştür.
Göçlerden sonra Akdeniz kıyılarına yerleşen Türklerin vücutlarını ve giyeceklerini zeytinyağı ile yağlayıp güreştikleri görülmektedir. Özellikle İtalya’da yaşayan Etrüsklerde görülmesi dikkat çekicidir.
[1]Atıf Kahraman Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi c 1 sf 3,4 Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara 1989/Prof. Dr. Muharrem Ergin Dede Korkut Kitabı sf 60-93 Boğaziçi Yayınları 5. Baskı İstanbul 1983
[2]Halife Altay Anayurttan Anadolu’ya sf 179 Kültür Bakanlığı Yayınları 1. Baskı Ankara 1981
[3]Öner Kamil Gökkaya Kısbet sf 7 Zeytin Yayın Grubu 2014
Eski Yunan güreşi ve olimpiyatlardaki güreşlere ait bilgiler ile resim ve heykellere de rastlanır ancak pehlivanların yağlandıklarıyla ilgili bilgi yoktur.
Orta Asya’daki her Türk aşiretinin bir başpehlivanı olduğu ve bununla övündüğü bilinir. Türkler pehlivanları her zaman sevmiş ve saygı göstermişlerdir. Nitekim Cengiz Han, Melkitlerle yaptığı bir savaşta yenilince ilk hanımı olan Börte’nin Melkit hanı tarafından Cilger adlı bir pehlivana verilmiş olması da bunu göstermektedir.
Öte yandan Orta Asya’daki Türk hakanlarının yanlarında da milletin başpehlivanının yer aldığı bilinmektedir. Savaşta ve barışta hakanların yanından ayrılmayan bu başpehlivanların, hakanın buyruğuyla karşılarına çıkarılan pehlivanlarla huzurda güreştikleri bilinmektedir.
Osmanlı padişahlarının bazılarının –Abdülaziz kendisi de güreşmiştir- bu geleneği devam ettirdikleri görülür.
Moğollarda Güreş
Moğollarda güreşle ilgili en eski belgeler MÖ 220 li yıllara aittir.
Güreş Güney Çin’de bulunmamakla beraber, bugün –Türklerin yaşadığı yerlere yakın-Kuzey Çin’de görülür. Güreş, Japon ve Moğollarda milli bir oyundur. Güreşin savaş tanrısı Cı-Co ile ilgisinden bunun menşe itibarıyla dini bir amaç taşıdığı göze çarpar. Daha sonraki belgeler güreşin kaynağının Çin, yerine kuzey kavimlerine ve Moğollara ait olduğunu göstermiştir.
Moğollarda güreşler bir başpehlivanı bulunan kabileler arasında yapılırdı. Moğollarda iki kabile arasındaki anlaşmazlıklar yapılan güreşlerle halledilir. Galip gelen pehlivanın kabilesinin söylediklerine önem verilirdi. [1]
Moğol Kralı Haydu’nun “Parlayan Ay” adlı kızı önüne gelen kız-erkek demeden herkesi yeniyordu. Babası onu evlendirmek istedi. O kendisiyle evlenecek olan erkeğin güreşte onu yenmesini ve ortaya ödül olarak 100 at konulmasını şart koşuyordu. Bu şekilde damat adayları ile yaptığı güreşlerde ödül alarak aldığı atların sayısı 1000’i buluyordu. Bu arada yakışıklı ve genç bir prens 1000 at ile ona meydan okudu.
Kral bu gencin damadı olmasını istemedi ve kızına gizlice yenilmesini söyledi. Kız bu teklifi ret etti. Sarayın bahçesinde yapılan güreşte üst tarafta yer alan kral ve -prensin yenmesini isteyen- kraliçe de güreşi seyrediyordu. Pres, prensesi de yenerek 1000 ata daha sahip oldu.
Onun atları birçok savaşın kazanılmasında etkili oldu. Prenses bir savaşta bir düşman atlısını seçip ona hücum etti ve kaldırıp götürdü.[2]
Adam öldürmenin affedilmez suç kabul edildiği Moğollarda güreş sırasında rakibinin ölmesine sebep olan pehlivana ceza verilmezdi. Moğol güreşlerine “Boko”, “Böke” veya “Ba’tur” adı verilir.
Moğol kanunlarına göre spor yarışmaları sırasında rakibi tarafından sakatlanan ve öldürülen sporcunun toplumsal durumuna göre ceza verilirdi.
[1]Atıf Kahraman Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi c 1 sf 5 Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara 1989
[2]Atıf Kahraman Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi c 1 sf 9 Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara 1989
Ölüm ihmal sonucu gerçekleşmişse, suçu işleyenin orada bulunan herkes ceza olarak ölenin mirasçılarına birer at vermeleri mecburdur. Eğer ölen soylu biri ise cezalar da artmaktadır. Bu durumda orada bulunanlar ceza olarak tam bir silah ve zırh takımı vereceklerdir.
Göz, diş, kol ve bacaklarda iyileşme imkânı olan bir sakatlık olmuşsa ceza gerekmez, iyileşme imkânı yoksa 5 sığır cezasından başka sakatlığın derecesine göre ayrıca tazminat verilir.[1]
Özbeklerin güçlü kişilerine “Büke”, pehlivana “Kuresci” dedikleri; kazan Türklerinin ise “Batır” veya Kuresu-cu “ dedikleri bilinir.
Divan-ı Lügat it Türk’te “Küresmek”, yarışmak anlamındaki söze rastlanır. “Kür” yiğit, “Es” ise eş anlamında olup, yiğit eşi anlamındadır.
Kırım Türklerinde Güreş
Kırım Türkleri güreşe Kûreş derler. Yapılan sporların en sevimlisi güreştir. Evlenme toylarında “Kelin tüştükten”, Ruz-ı Hızır”(Hıdırellez) ve “Tepreş” günlerinde güreş yapılması milli bir gelenek olmuştur.
Altın Beşik Destanı
Kırım hanlarından birisi bir altın beşik sahibidir. Oğulları, babalarına:
-“Bu beşiğin kendisine verilmesini ister.” Kral,
-“Aranızda güreşin kim galip gelirse o bu beşiğe sahip olur” der.
Bunun üzerine üç kardeş aralarında güreşe tutuşur, galip gelen babasının elinden bu beşiği alır.
Kırımlılarda güreş genellikle karakucak şeklinde ve 3,4 ve 5 boy olarak yapılır.[2]
Milli bir spor olan güreş bir eğlence değil, aynı zamanda toplum içinde büyük bir heyecan ve gurur kaynağıdır. Pehlivan ise sevilen ve saygı duyulan kişidir. Kırım hanlarından biri sahip olduğu beşiği üç oğlundan güreşte galip gelene verdiği bilinir. Güreş yapılmayan düğün makbul değildir.
Özbek Türklerinde Güreş
Pehlivanlar soyunmadan elbiseleri üzerine giydikleri pamuktan yapılmış olan uzun “Çapan” adı verilen ve kıyakça adı verilen ve rakiplerinin tuttukları kuşaklarla bağlanan elbiselerle güreşirlerdi.
[1]Atıf Kahraman Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi c 1 sf 10 Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara 1989
[2]Atıf Kahraman Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi c 1 sf 10,11 Kültür Bakanlığı Yayınları Ankara 1989
Başkırtlarda Güreş
Güreşe, “Küres” pehlivana “Küresci” veya pelvan denilirdi. Guşak veya bilbav (belbağı) denilen kuşakları bellerine bağlayarak güreşirlerdi. Pehlivanlar bu kuşakların bir ucunu bileklerine sıkıca dolarlarken diğer uçlarını avuç içleriyle sıkıca tutar, diğer ucunu da rakiplerinin beline dolayarak öbür elleriyle kavrarlar ve güreşe böyle başlarlardı. Ayak oyunlarının yasak olduğu bu güreşlerde rakibini yere vuran galip sayılırdı. Her yıl “bahar aylarında “Yığın” adı verilen eğlencelerde güreşler de yapılırdı.
Ayrıca yalnız kadınların ve çocukların katıldığı “Karga Toyu” denilen eğlencelerde kadınlar da güreş tutarlardı. Manas ve Çora Batır destanlarında da güreşlerden söz edilir. [1]
Türklerde Pehlivanlık Kültürü
Türkler çok kahraman çıkaran bir millet olduğu için, kahramanlık ve güç timsali olarak görülmüştür. Barış zamanında bu kahramanlık hislerini okçuluk, güreş, gökbörü, at yarışları, çöğen/çevgan/polo, avcılık ve cirit gibi sporlara katılarak tatmin ediyor, gurur kazanıyordu.
Savaşların beden gücüne dayandığı çağlarda spor, savaşa hazırlık dönemi sayılıyordu. Türkler de bu dönemde savaşa yönelik işleri olan sporları yapmışlar ve desteklenmişlerdir. Bu amaçla savaşa hazırlayıcı bir araç olarak ve ön tatbikat olarak savaşlardan önce savaş taklidi niteliğinde sporları uygulamışlar ve özellikle büyük sürgün avları düzenlemişlerdir.
Türkler sporu eğlence haline getirmişler, düğün törenleri ve gelenekleri içine katmışlar. Bir genç de, evlenmek istediğinde ata binmesini, güreşmesini bilmesi vs gibi yetenekler aranmaktaydı. Türklerde düzenlenen şenliklerde yapılan yarışmalarda başarılı olanların toplum içinde saygın bir yeri olurdu.
Türkler İslamiyet’ten önceki hareketli hayatlarını Asya Bozkırlarında yaşanan zor hayat tarzı, Türk toplumunda kahramanlık ve cengaverlik geleneğinin gelişmesinde ve Türklerin spora daha fazla zaman ayırarak, ALPLİK geleneğinin yerleşmesinde etkili olmuştur.
Eski çağlarda spor yapılan yerlere “Ahlakın öğretildiği yerler”, sporcular da “Ahlaklı insanlar” olarak bilinirdi. Türklerde spor yapılan yerler o spor dalının adı ile anılırdı. “Ok Meydanı,” “Cirit Meydanı,” vs Güreş yapılan yer ise “ER MEYDANI” olarak adlandırılırdı.[2]
Türkler Müslüman olduktan sonra “ALPLİK” “ALPERENLİK” olmuştur.
Çocukluk ve gençlik yıllarımızda düğünlerde, bayramlarda güreşler ve çeşitli spor yarışmaları yapılırdı.
[1]Cem Atabeyoğlu Geleneksel Türk Güreşi ve Kırkpınar sf 16 A&B Kitapçılık ve Yayıncılık Ltd. Şti. İstanbul Ekip Grafik Ankara 2000
[2] Prof. Dr. Şenol Çelik-Yrd. Doç. Dr. Serdar Genç Uluslararası Balıkesir’e Değer Katan Şahsiyetler Sempozyumu 87-8 Kasım 2013 Balıkesir) Bildiriler Özbay Güven Türklerde Pehlivanlık Kültürü ve Kurtdereli Mehmet Pehlivan sf 347 Balıkesir Büyükşehir Belediyesi Kent Arşivi Yayınları No: 10 Grafik Tasarım Balıkesir 2014
Türklerde Güreş ve Güreş Müsabakaları
Türklerin güreşle ilgisine gelince; bütün insanlıkta olduğu gibi atalarımızda da sporun ilk şeklinin kuvvet denemesi olduğu rahatlıkla söylenebilir. Türk dilinin en güzel eserlerinden biri belki de birincisi ve konu bakımından baştanbaşa Türk toplum hayatının bir aynası olan Dede korkut Kitabında “Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı’nın Tırabuzan Tekürinin azim görklü mahbub kızını alabilmek için” meydan okumasını:
“Kâfirun serhaddine irdiler, çadır diktiler. Yüğrük atın yüğürdüp kan Turalı gürzin göğe atar, inüp yire düşmeden tutar,
“Hey kırk işüm, kırk yoldaşım, Yüğrük olsa yarışşsam Güçlü olsa güreşşesm Hak teala inayet eylese Üç canavarı öldürsem Güzeller serveri saru tonlu Selcen Hatunu alsam” der.
Bu noktaya varınca Türk güreş tarihi ile ilgili bir açıklama yaparsak bunu üç kısımda ele alabiliriz.
1) 19. Yüzyılın başında başına kadar gelen ve daha çok eski tarih kitaplarında söz konusu edilen devre,
2) 19. Yüzyılın başından Koca Yusuf’a kadar (1830-1890) geçen ve daha çok rivayetler halinde bilinen devre,
3) Koca Yusuf’tan bu yana belgelerle bilinen devredir.
Bu arada Sultan Abdülaziz devrinden güreşmiş olan Suyolcu Mehmet Pehlivan her defasında aksini söylemesine rağmen bu padişaha kısbet giydirip güreştirmişlerdir.
Daha Selçuklular zamanında Anadolu’nun dört bir yanına dağılmış olan sporcu tekkeleri vardı. Pehlivanlar, okçular, gürzcüler tekkeleri gibi sporcu yetiştirmeleri için bu tekkelerin şeyhleri ve müritleri aylığa bağlanmıştı ve ihtiyaçları tekkeden sağlanırdı. Osmanlılar da bunları olduğu gibi devam etmişlerdir. Bu sayede her önemli şehrin mahallelerinde bile bunlar görev yapmışlardır. Buralarda sporcular sitemli bir şekilde idman yapmışlardır. Çünkü:
“İdmanı bir terk edersen, idman seni 20 gün terk eder” sözü önemlidir.
Güreş tekkeleri ve güreş oyunları hakkında geniş bilgiler verir. Ona göre yağlı mermer üzerinde yapılan güreşler daha sonra çayırlara taşınmıştır. Türk güreşi karakucak, Yunan güreşi ise yağlı güreştir. Bu iki güreş birbirinden etkilenmiştir.
Özellikle yağlı güreş duasının Bektaşilik kokması bir yazarın deyimiyle, Türkler geldiği zaman Anadolu’da mevcut olan usullerin uygulanması ile Müslümanlaştırıldığı anlamını taşımaktadır.
(Devamı Yarın...)
Yorum yapın